Translate

31 Aralık 2013 Salı

It's The Most Wonderful Time Of The Year :))

 
Aralık çabuk geçti...
Yapılmak istenelerin çoğu yapılamadan ve bir türlü yağamayan kar sayesinde yitirilen heveslerle... bu yıl da yeni yıla istenilen gibi hazırlık yapılamadı... bir tutukluk geldi yerleşti kalbe ruha...
 
 Ama olsun yine de  her ne olursa olsun.... hayat ne kadar zor olursa olsun ... günlük koşturmalar bizi ne kadar bunaltır kalbimizi ne kadar yorarsa yorsun...
 
Senenin en güzel zamanları bunlar... yeni yıl  yaklaştı ve eski yıl devrilmek üzere ....
 
 
 
Canlılarda olduğu gibi cansızlarda veya kavramlarda duygularda ayrıca bir ruh olduğuna inandığım çocukluk zamanlarından beri her yılı ayrıca severim ben ... kötü geçse de severim ... o yılı ve rakamlarını severim... gidenin arkasından üzülür onu özlerim... yeniye hemen alışamam... ama alışınca severim...
 
 
 
İşte bu yüzden eskiyen yılı, eski yol arkadaşımızı uğurlamak daha da önemli .... Geçmişin muhasebesinin yılın bir gününe gecesine sığdırılamayacak kadar çok olduğunu bildiğimden beridir yılbaşına daha da özenli hazırlanmak isterim... belki de bu yüzden önemli en çok yılbaşı gecesi... gidene layıkıyla güle güle demek, o sene yaşananları sindirmek, üzerinde düşünebilmek, yeni gelen yıla ruhumuzda yer açmak, onun getireceklerini kabule hazırlanmak için... her ne için olursa olsun ....
 
Güle güle eskiyen yıl...
 
"Hoşgel" yeni yıl...
 
Ve lütfen bize ve ülkemize iyi gel...
 
 
 
..........
 
 
 
 
 
 
 
 


6 Aralık 2013 Cuma

Serin...

 
Serinlemişken ortalık bir yaz akşamında yürüyüşe çıkmak gibi...
 
 
 
 Uzun yolculuğun yükünü yanağını dayayıp serinlemiş cama bırakmak gibi...
 
 
Akşam saati yazın serin suya dalmak gibi...

 
Via tık tık...

 Dışarda kar kış kıyamet sıcacık yatağında serin bir düşe akmak gibi...

 
 
Kar lapa lapa yağarken yüzünü gökyüzüne dönüp kar taneleriyle öpüşmek gibi...


 
Via tık tık...

 Serin esen rüzgara yüzünü gönlünü vermek, saçlarını savurmak gibi....

 
 
Serin...
 
 
Serin yaşamak istiyorum...

29 Kasım 2013 Cuma

Küçük küçük....

Hergün hergün hergün küçük küçük birşeyler değişiyor hayatlarımızda... Hergün küçük küçük biryerlere doğru gidiyor ömrümüz... Hergün birilerinden küçük küçük vazgeçiyor bazılarına daha çok yaklaşıyor içimizde bazı küçük nefretler ve bazı şeylere karşı büyük sevgiler büyütüyoruz... Bu küçük küçük şeyler ne olduğunu anlamadığımız nereden geldiğini bilemediğimiz bir şekilde ama bu sefer büyük etkileriyle yerleşiyor hayatımıza bir süre sonra.... Gözlerimizi kapıyor ellerimizi bağlıyor.... Kalplerimiz küçük küçük değil pekçok pekçok büyük kırıkken içimizde kocaman kırgınlıklarla devam ediyoruz bu sefer hayata.... İşte o zaman yine yeniden küçük küçük bir mutluluk peşinde koşup minnacık şeylerle avunmayı öğreniyoruz... Öğretiyor bu hayat... Küçük küçük gibi görünse de çok öğretiyor....

* Photo-via Me, Myself & I ....


28 Kasım 2013 Perşembe

Erikli Crumble...

Biraz da yiyecek içecek postları olsun burda :)
 
"Crumble" yani kırıntı tart epeydir aklımda olan ama yenilerde keşfettiğim ve her hafta neredeyse afiyetle tükettiğim bir lezzet...
 
Hangisi daha güzel bilemiyorum... kırıntı şeklindeki hamurun ağza kattığı lezzet mi, hamurundaki tereyağ kokusunun tüm bünyeye yayılması mı, içindeki meyvenin mayhoşluğu mu.... sanırım hepsi :)
 
 
Gelelim benim bunu nasıl yaptığıma... Buzlukta yazdan kalma meyvelerin en harika değerlendirilme biçimi bence... her türlü meyveyle olabilir ama ben en çok mor erikle yapıyorum... buzluktan çıkardığım meyveleri önce oğlumun çorba yapıcı makinesinin haşlama bölümünde 15-20 dk. kadar haşlıyorum... Haşlanan meyveleri alta sızan haşlama suyuyla birlikte bir müddet kavuruyor ve suların yeniden meyvelere nüfuz etmesini sağladıktan sonra suyun epey azalmasına yakın tuzsuz tereyağ ve üç dolu dolu yemek kaşığı toz şeker ekliyorum... Tereyağını ve şekeri gören meyveler iyice bir ağırlaşıyor ve yoğun şekilde şerbetleniyor....
 
(Bkz. foto 1 no.lu kare...)
 
Daha sonra şerbetlenen bu meyvecikleri bir fırın kabına yayıyorum ve birazcık soğuyorlar... bunların üzerine dilediğim kuruyemiş ve bisküvi karışımını ufalanmış bir hale gelmiş şekilde serpiyorum.... Bu karışıma çikolatalı müesli karıştırınca daha da bir harika oluyor...bisküvi de muzlu olursa karışımın lezzeti yeme de yanında yat kıvamına geçiyor :)
 
(Bkz. foto 2 ve 3 no.lu kare...)
 
Bundan sonra crumble-kırıntı tart'ın hamurunu hazırlama faslı başlıyor. 3/4 veya (meyve malzemesinin miktarına göre) tam bir büyükçe su bardağı una önceden oda sıcaklığında mayıştırılan küçük parça halinde tuzsuz tereyağları (en fazla üç kibrit kutusu büyüklüğüne ulaşacak şekilde bir parça tereyağını daha küçük parçalar haline getirerek) katıyorum. Bu karışıma ayrıca yeniden tercihe göre üç-dört dolu dolu yemek kaşığı toz şekeri de kattıktan sonra işin en zevkli kısmına geçiliyor. Bu hamuru pinçik pinçik yoğurmak :) Tereyağı ile hafifçe karışan un yavaş yavaş güzel bir plajdaki kum kıvamına geçiyor. Hamur tam olarak bütünleşmiyor ve crumble a tüm özelliğini veren de hamurun bu kumsu yapısı...Hamuru da meyvelerin üzerine yaydıktan sonra (bastırmadan) sıra crumble ı pişirme faslına geliyor....
 
(Bkz. foto 4 no.lu kare...)
 
Fırını önceden 10 dakika kadar 180 derecede ısıtıyorum ve crumble ı da bir 45 dakika daha ilk yarım saati fırının alt üst ayarında son 15 dakikasını da fırının alt ayarında pişiriyorum... Evi saran mis gibi tereyağ kokusu eşliğinde sabırsızlıkla pişmesini bekliyorum... Sonuç sadece ve sadece yummmy   :)
 
 
(Photo via Me, myself & I ...)
 
... Herkese harika tatlar keşfettiği sıcacık bir kış dilerim ...
 
:)


26 Kasım 2013 Salı

Arta kalan....

Ne kadar eğlenirsen eğlen ne kadar güzel şeylerle mutlu olursan ol ne kadar senin tabirinle gününü gün etsen de sonunda hep bir acı kalıyor bu hayatta arta kalan... Çocukluktan yadigar yarım kalan bir gülüş kalıyor yüzünde... Hevesin bir kursakta kalmışlığı... Bir yetinememe hali... Karşındakinin seni mutlu etmemesi değil senin de onu mutlu edemediğini anladığın o çarpıcı an...
Bir yara... Bir kanama... 

Bir huzursuz sabah uyanması gibi kalbini sıkıştırıyor tüm acılar... Söylenmemesi gereken sözler yapılmaması gereken kötülükler yapılması gerekirken yapmadıkların hayatın bir yerinde gelip seni bulup kalbini sıkıyor sıkıyor işte.....

Paramparça tüm geçmişin şimdi... hayallerin belirsiz ufukta... Bulutlu bir gecenin gökyüzü gibi gri hayatın yaşadıkların....


* Photo- via Me, myself & I ...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Kof...

Güçsüzüm, yorgun ve dinlenmemişim kaç zamandır...dinleneceğim de yok bu gidişle... kendi kendime sinir olmakla uykuya teslim olmak arasında salınıp durmakta günler geceler... günler geceler bilinçsiz kopuk benden.... içim kof düşüncem boş... birşeyler yazmayı bırak düşünemiyorum bile... sadece yapmam gereken asgariyi görev olarak yerine getiriyor geride ne varsa bırakıyorum akan zamana, ertelemeler kervanına katıyorum hepsini birer birer... zaman benden bağımsız akıyor akıyor... bir yerlerde saplanıp kaldım ve yetişesim de yok hiçbirşeye....
Uyduruktan yenen yemekler uyduruktan ekrana takılan gözler üfürükten edilen sohbetler ne yaptın ne ettinler...
Kof hayat bundan ibaret... keyif yok tat yok ... keyif katan hiçbir ayrıntı yok...

 
Bu da böyle koftiden bir post işte...
Herkese canlı, capcanlı günler dilerim...

:)


2 Ekim 2013 Çarşamba

Şimdi Çocuk Büyümekte Günbegün...

 
 
Yazlıkta bir akşam üstü... Saat yedi yedi buçuk arası... bir güzel esinti çıkmış yine... yazlık insanları ve bir minik sıkılmışlar bütün gün... iki akşama bir, bir yürüyüşe çıkmışlar zeytinlikler arası... güzel yollar keşfetmişler bıdıklarının hiç susmayan hikayelerini dinlerken, ona cevap vermeye çalışırken... bu çabanın arasına pekçok şey pekçok şey sığdırmışlar... pek çok anı, pek çok gülücük pek çok kahkaha anı yaratmışlar... birlikte, hep birlikte.... zeytinlikler arası yolların incecik kumlardan oluştuğuna şaşırmışlar bir akşamüstü... oysa denizden oldukça uzakmışlar... şarkılar söylemişler...tekerlemeler söylemiş, şakalaşmışlar... çubuk kraker kemiren minikleri tekrar tekrar dedikçe gülüşmüşler.... güzel yollar bulmuşlar gizli kalmış, çocuk parkları bulmuşlar yıllardır hiç gitmedikleri... yıkık dökük evler bulmuşlar içlerinde bir sürü hatıra gizli...
 
Hatıra yaratmak....
Çocukluk başka türlü nasıl kurtarılır ki....
Çocukluk başka türlü nasıl kutsanır ki....
Çocukluk hatırası yaratmak yetişkin dünyası için yapılabilecek en önemli şey değil mi...?
Gelecekteki mutsuzluklardan hangi duygu koruyabilir ki insanı çocukluk mutluluğundan daha çok....
Hangi sığınak kol kanat gerebilir ki ona bir çocukluk anısından daha sağlam....
 
İşte bu yüzden ve hep önemsediğim yegane güzellik çocuk yetiştirmekte....
Daha da önemli birşey yok aslında....
Gelecekte güzel hatırlanacak hatıralar bırakmaktan başka ....
 
 
 
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu...
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
 
 
 
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Bir elinde yarın öbür elinde dün
Erken ihtiyarlamaktan sanki biraz üzgün
Dünyanın haline bakıp güldü geçti
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
 
 
Via Me, Myself & I...
Şarkı sözü: Sezen AKSU
 
Herkese güzel çocukluk hatıralarının sıcağında güzel bir sonbahar dilerim...
:)
 
 
 

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Ben hep....

Ben hep başka başka şeyleri sevdim ... Tozlu yolları, sandaletlerimin içine kaçan kumları... Bozuk yamuk yumuk köy yollarını... Derme çatma çitleri, taştan duvarları, Ağustos sıcağında kavrulmuş çalı çırpı kokusunu sevdim... Burda dergilerini, kaynatılan reçelleri, reçel yapma mevsimlerini sevdim... Kavanoz kapaklarına örtüler dikmeyi, kumaşla kutular kaplamayı.... Eski dikiş makinelerini, evimin gıcırdayan merdiven korkuluklarını, odamda zamanı durdurmayı sevdim... Yıkılmış viraneleri, unutulmuş köşeleri sevdim.... Akşam güneşinde sesli sesli evlerine koşan eşek arılarını, batan güneşle sahilde uyumayı, küçük yengeçleri yakalayıp denize salmayı sevdim....
Başka başka şeyleri sevdiğimden birşeyleri sevemeyen fedakarlık nedir bilmeyen insanları sevemedim... Onların hoyrat gülüşlerini, ipe sapa gelmez konuşmalarını, egoların dudaklardan dökülmesini, kabalıklarını, kadir kıymet bilmezliklerini sevemedim.... Sevemedim genel geçeri sevemedim ortalamayı sevemedim kalabalığı.... İşte bu yüzden hep yalnızlığımı, herkesten uzaklaşmış kalbimi sevdim....



20 Ağustos 2013 Salı

Hayallerim, aşkım ve sen ....

 
Hayallerimde beni bekleyen yerde ....
 
Sıcacık bir mutfak var; her daim birşeyler pişirilen...
 
Mutfak sohbetlerinin hiç bitmediği...
 
 
 
Sıcacık yeni pişmiş ekmek kokusu var çeşit çeşit....
 
 
 
Uzun doğa yürüyüşleri sonrası ayakları uzatmak var en yorgunundan ve mutlusundan...
 
 
 
Bahçede yapılan uzun kahvaltılar, yenilen yemekler var püfür püfür rüzgarla....
 
 
Her sabah kahvaltıdan sonra kahvemi içeceğim kapı önlerim var...
 
 
 
 Duvarlarına dokunup serinlediğim taştan eski mi eski bir evim var....
 
 
 
Güneşin doğmasıyla yalınayak deli gibi bahçeye koşturmalar var....
 
 
 
 
 
Dalından koparılmış mis kokusuyla ballanmış incirler var....
 
 
 
.... ve herşeyin üstesinden gelebilecek kadar özgür bir ruhum, bütün kötülükleri yine de kucaklayacak kadar kocaman bir kalbim var....
 
 
 
Hayallerimde beni bekleyen yerde....
 
O zamanın gelmesine dek ise elimde sadece hayallerim var....
 
:)
 
Herkese hayallerinin sonunun hiç gelmediği bir hayat dilerim.... 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


1 Ağustos 2013 Perşembe

Şehirli kılığına bürünmek....

Ne zordur tatili bırakıp dönmek birkaç hafta önce kaçarcasına uzaklaştığın hayatının o bilindik karmaşasına...
Ne iç daraltıcıdır dönüş yolları ne uzun gelir insana....

Bir süre hiç düşünmediğin o eski endişelerin yeniden sarıverir seni... Tatilde yavaş yavaş sindire sindire akan zaman birden yetişemediğin o eski hızına kavuşuverir... Koşar koşar ama yetişemezsin...

Ertelemek istediğin şeylerle çepeçevre sarıldı işte yine etrafın.... Gerekliliklerle sarıldı, ama şunu şunu bugün yapmazsam yarın şöyle şöyle olurlarla sarıldı....

Makyaj yapmayı unuttu yüzün, renkleri istemiyor artık; ayak uydurmayı bile unuttu ruhun şehrin gerektirdiği kılık kıyafete; bunları giyinmek istemiyor artık...

Maskeleri unuttu gülümsemen; sadece gülümsemek istediğinde güleceğin yerde olmak istiyor artık...

 

Oysa sakin akan bir hayat var...
On yıl boyunca yüzüne gözüne hiçbirşey sürmeni gerektirmeyecek kadar yalın
Üstüne başına anlamsız şeyler giyinmene gerek göstermeyecek kadat basit
Tek kaygının yatağında doğrulup denizin sakin mi dalgalı mı olduğu...

Sabah kahvaltılarının olabildiğince yavaştan alındığı,
Hiçbirşeyin alelade bir şekilde yapılmadığı veya yapılmaya çalışılmadığı bir hayat var....

 

Sindirilerek yaşanması mümkün olan bir zaman var;
buralarda asla yakalanamayacak olan dingin bir zaman....


 
Ruhunu eskide bırakıp sana yepyeni bir ruhu ve yaşamı armağan edebilecek güzel bir zaman var...
 
 
.........
 
 




 

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Biraz da loşluğa ihtiyacı var ruhumuzun....

 
Biraz da loşluğa ihtiyacı var ruhumuzun...
 
Kimsesiz zamanlarda arınmak için...


Via tık tık...
 
Dikkat dağıtan nice şeyden uzaklaşmak, sadece istediğimiz şeye odaklanmak, gözümüzü sadece ona dikmek için geride kalanların karanlıkta kalmasına ihtiyacımız var....
 
Aydınlıkta gözümüzden kaçanları loşlukta yakalayabilmeye ihtiyacımız var....


Via tık tık...

Herzaman aydınlık değil, karanlıkta kalmaya, ona alışmaya, dinlendirici, teskin edici yanını anlamaya ihtiyacımız var....


Via tık tık...

Herzaman pırıl pırıl değil hayat, çoğu zaman loş günler; bunu kabul etmeye ihtiyacımız var....


Via tık tık...

Güneş bizi terkedip giderken, karanlığa dönerken gün yüzünü, oturup düşüncelere gömülmeye ihtiyacımız var....

 
 
Loşluğa sığınmaya, kendine sığınmaya, kendi kendimize söylediğimiz yalanlarla, avuntularla barışmaya ihtiyacımız var....


Via tık tık...

Geçmişi hatırlamaya, güzel günleri yad etmeye, loş bir anı olarak parıldayan güzelliğini yeniden yaşamaya çok ihtiyacımız var....

Herkese karanlıkta kendini bulduğu aydınlık günler

.........





 
 
 


29 Mayıs 2013 Çarşamba

Yalnızlığım...yollarıma pusu kur ve bekle lütfen....

 
İnsan hangi duyguya ihtiyaç duyuyorsa yazıp çizdikleri, konuşmalardan anladıkları, duydukları, beynine kazıdıkları, seslerden kulağına girenlerin hangisi olduğu, burnuna gelen kokular ve gördükleri de ona göre şekilleniyor...
 
Olup bitenden ari, sadece ihtiyacınız olan şeyi, nesneyi, hissiyatı seçip arkadaş ediniyorsunuz kendinize... Soyutlanmak da bunun en güzel hediyesi tabii...
 
Şu sıralar en çok ihtiyacım olan şey...
 
Birazcık yalnızlık...
 
Birazcık sadece ve sadece kendimle kalmak,
 
Sadece kendimi dinlemek,
 
İçime kulak kabartmak...
 
O kadar gürültülü ki ortalık...
 
O kadar kalabalık ki etraf...
 
Hiçbirşey konuşamıyorum kendimle....
 
Kendimi duyamıyor, düşünemiyor ve hiçbir şey anlamıyorum....
 
Bu hayattan ve hayatımdan hiçbirşey anlamıyorum....
 
 
 
Oysa öylece oturmak var hiçbirşey yapmadan... biryerlere yetişmek telaşı olmadan, yapılacak edilecek listesi önünde uzamadan... böylesi bir hayat da var, bu mümkün biliyorum....
 
Çokça duymak kendi sesini, yabancılaşmamak var kendine...
 
En çok "seni" dinlemek, en çok "seni" anlamak var....
 
Akıp giden zamanda kendini yakalayabilmek var....
 
Kendi sırlarını anlayıp, kendi kabahatlerine şaşırmak var...
 
Kendine karşı dürüst olabilmek var...
 
Birazcık yalnızlık ve huzur...
 
Tüm istediğim bu
 
...


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sıkıldım...

 
Sıkıldım.... içimi yiyip duran endişelerimden sıkıldım... hergün hiçbirşey olmamış gibi giyinip kuşanıp insan içine çıkmaktan... beni tanıdığını sanan birsürü insana tanıdıklarını sandıkları yüzümle merhaba demekten sıkıldım... günaydın demekten yıldım... hiç de aydın değil günler... sizinki öyle mi sahtekarlar diyememekten sıkıldım... iki arada bir derede birilerinin birilerine attığı kazıklardan sıkıldım... o kazıkları atabilecek kapasiteleri olmayanların ortalıkta ağam paşam dolaşmasından sıkıldım... iki gıdım yetkileriyle etrafa sonu gelmez bir hiyerarşik üstünlük salanlardan, o iki gıdım yetki tehlikeye girdiğinde süt dökmüş kediye dönüşmelerini görmekten, az gelişmiş karakterlerin nasıl da bu kadar bol olduğunu bilmekten sıkıldım... bu ülkede yaşamaktan, bu şiddetin bir parçası olmaktan; olmak zorunda bırakılmaktan sıkıldım... ne o yana ne bu yana ait olamamaktan ve uçurumun artık geri dönememecesine bu denli derinleşmiş olmasından sıkıldım ...
 
 
 
Sıkıldım ....
Kısaca gitmek istiyorum
Buralardan ....
 
 


18 Mayıs 2013 Cumartesi

... Pijama ...

Bu akşam oğlumu uyuttuktan sonra dank etti kafama ve sanırım aslında uykuya teslim olmuşken oldu bu... Çünkü oğlumu uyutmanın kaderinde kendim de uyumak var hep... Birkaç saat sonra açtım gözlerimi ve aklımda tek birşey... Pijama giymeliyim.... :)
Annem hep der hep söyler insanın bir yatak kıyafeti olmalı olmalı... Ben bunu hiç mi hiç umursamadım... Annemin dediği pekçok şeyi kulak arkası ettiğim gibi... Kulak arkası ettiğim şeyleri hep pişmanlıkla geri kabul ettiğim gibi .... Son beş senedir annemi anlıyorum artık... Aslında her yeni gün onun hep dediği şeylerin ne kadar da doğru olduğunu anlıyorum artık.... Birer birer anlıyorum ne dediyse.... Biliyorum ki hepsi doğru artık.... Akıl yaşta değil baştadır değil işte.... Akıl yaştadır.... Hem de anneni anladığın yaştadır.... 
Pijama da öyle....
Uykuya hazırlık dinlenmeye geçişi fikren sana getiren bir sarmalama işte....
Annem doğru söylüyordu
Yine güzel olanı biliyordu
Artık biliyorum ben de....
Pijamalarım ve ben, 
Mutluyuz bu gece
:))

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Yazdan Kalma Birgün: Adatepe Köyü...

 
Evet arttı...yaza özlem fena halde arttı...içimi bir kasıp bir bırakan bir kocaman kalp atışına dönüştü...
Özledim...oraları özledim....serin nefesler aldığım içime soğuk sular serpen huzurunu özledim...
 
Adatepeyi özledim...
 
Zeytin ağaçları selinden aşa aşa gidilen,
kıvrılarak varılan incecik yolunu...
 
 
Çam ağaçlarının eşliğindeki yolun iki kenarındaki bu dünyadaki en huzurlu mezarlığını geçince gelinen küçük köy meydanını özledim...
 
Çınar ağacının altında basit küçük tahta sandalyelerde oturup köyün sessizliğini dinlemeyi,
 
gün batarken yukarı kıvrılan arnavut kaldırımlı yollardan tırmanmayı,
 
incir ağaçlarının fışkırdığı viranelerin bahçelerini,
 
Ağustos böceklerinin cırcırlarını dinlemeyi özledim....
 
 
 
Aralanmış kapılardan eski avlulara dalmayı,
 
içeriden gelen tavuk gıdaklarında evlerin hikayelerini yazmayı,
 
küçük çocukların bu köyde büyümelerinin nasıl da güzel olduğunu düşünmeyi özledim...
 
 
 
Güneş selinin eski evlerin üzerinden akmasını,
 
bu sele kapılıp gitmeyi,
 
dağların hemen ardında denizin gülümsediğini bilmeyi özledim....
 
 
 Herbiri ayrı güzel restore edilmiş evleri,
 
kapıda asılı güzelim fenerleri,
 
rengarenk desenli kapılarını,
 
eskimiş, girişlerdeki taş basamaklarda oturmayı özledim...
 
 
... Via Me, Myself & I ...
 
Açık bir müzede gezer gibi tüm köyün sokaklarını dolaşmayı...
 
Her bir köşe başında şaşırmayı...
 
Küçücük bir yerleşimin nasıl bu kadar güzel bir dünya vaadedebileceğini anlamayı özledim...
 
Yaz gelsin artık...
Ve öylece beklesin hemencik bitmesin sakın...
Özledim...
 
Herkesin özlediğine kavuştuğu günlerin çabuk çabuk gelmesini dilerim
 
:)
 
 
 


15 Nisan 2013 Pazartesi

Trafik...

 
Trafikte yığın yığın zırt pırt kırmızıya dönen ışıkta bekleşiyorlar... Canı sıkılan araba sakinleri nefret ediyorlar kırmızı ışıktan... can sıkıntısıyla sönen gözleri sürekli saniyelerin azalmasını gözlüyor...bir bitse de gitsem...ışığa en yakın sıradaki ilk arabayı kıskanıyorlar.... hemen kendilerinin kaçıncı sırada olduğunu hesaplıyorlar... aynadan geride daha kaç sıra var diye kendilerine bir avuntu, bir hasetlik payı çıkarıyorlar...
 
 
Oysa bilmiyorlar;
 
Gidilecek yetişilecek bir yer yok aslında...bu bekleme kendi içinde onların seyahatinin bir parçası...en önde ışığa en yakın olmak bir avantaj değil...en geride olmak bir kayıp değil...hiç olmadı... bir an, sadece yaşamda sade minik bir an...kıyaslamakla öldürülmeyecek kadar değerli...kendini anlamak için bir fırsat...seyahatini...nereye doğru gittiğini...
 
 
Yetişilecek bir yer yok...hiç olmadı aslında...
 
 
 
 
 
 


29 Mart 2013 Cuma

Güneşli Günler Göreceğiz...

 
Bu hafta ara ara güneşli günler yüzünü göstermeye başladı yavaş yavaş...
 
Bahar nur yüzünü gösterip çiçekler pıtırak gibi açmaya başladı ağaç dallarında
 
Bir daha hiç soğuk gelmeyecekmiş gibi bir ümit yeşermeye başladı içimizde
 
Kışı sevsek de artık baharı ister oldu ruhumuz
 
Sonrasında yazı, sıcağı, sımsıcağı...
 
 
 
 
Açık havada yayıla yayıla oturmayı
 
Uzun saatlere yayılan sohbetler etmeyi
 
Hava karardı diye eve girmek zorunda olmamayı
 
İşten çıkınca günün halen aydınlık olmasını...
 
 
 
Sabah sofralarını açık havaya kurmayı
 
Sabah tazeliğinde uyanırken doğa onun binbir çeşit güzel kokusunu solumayı
 
Börtü böceğin sesini duymayı
 
Doğanın davetine uymayı...
 
 
 
Bir su kenarında oturmayı
 
Sessizliğindeki usulluğundaki sırra ermeyi
 
Sessizliğinin ne çok şey barındırdığını düşünmeyi
 
Nemi ile yüzüne yapışan serinliğini duymayı...
 
 
 
.... Güzel havaların arttığı zaman geldiğinde nihayet, denize ve maviliğe kavuşmayı
 
Gözlerin sonsuz ufka dalmasını
 
Uzaklara bakakalıp geçmişi değil, geleceği değil, sadece o anı yaşamayı
 
.....
 
İster oldu ruhumuz
 
....
 
Güzel günler göreceğiz
Güneşli günler
.......
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


28 Mart 2013 Perşembe

Eski Foça-Bir Çocukluk Rüyası...

 
 
Eski Foça
 
Antik çağlardan kalanlar kadar güzel hatıralarda
 
Arnavut kaldırımlı sokaklardan kale boyunca yürünen efil efil çepeçevre yollar kadar serin hafızalarda
 
Balıkçı önlerinde bekleşip duran irili ufaklı türlü çeşit kedi kadar arsız
 
Kireç boyalı eski çeşmelerden akan sular kadar tatlı ve serin sıcak geçen yazda
 
Yollara düştük güneş batımından az önce
 
Ağustos sıcağından çatlayan incirlerinden akan ballar kadar tatlı bir zamanda
 
Yıkılmış, ocağına incir ağacı dikilmiş gariban Rum evlerinin viran bahçeleri kadar ıssız
 
bir güzel Eski Foça
 
bir unutulmayan çocukluk rüyası
 
bir kaçış her daim
 
bu zamanın sıkılınan dünyasından
 
güzel günlere alıp götüren bir gemi hatıralar limanından
 
güzel Foça
 
eski Foça
 
......
 
 
 
 
 
 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...